Günümüzde yaygın kullanılan implantların geçmişi binlerce yıl öncesine dayanmaktadır. Arkeolojik kazılar sonucunda üst çene ve alt çeneye deniz kabuğu, taş, tahta parçası ve metal yerleştirilmiş kafa iskeletleri bulunmuştur. Avrupa ve Amerika’daki antrapolojik keşifler; insan ve hayvan dişleri, kemik parçaları, fildişi ve inciyi içeren homolog veya alloplastik materyallerin kayıp dişlerin yerine konma girişimlerinin çok erken dönemlere dayandığını göstermektedir. O zamanlar çeşitli materyallerin dişlerin yerine konulmasındaki amacın estetik olduğu, fonksiyona katkıları olmadığı görülmektedir.
MÖ.600’de Çin ve Mısır’da elde edilen kayıtlarda taş ve fildişinden ilk implant örneklerine rastlanmıştır. İkinci yüzyıldan beri hayvan veya insan dişlerinin nakli yapılmaktadır. İlk olarak MS. 1100 yılında İspanyollar kayıp dişleri yerine koymanın medikal olarak kabul edilebilir olduğunu söyleyerek dişlerin transplantasyon ve retransplantasyonunu tavsiye etmişlerdir. Özellikle 18. yy’da Fransa ve İngiltere’de dişlerin transplantasyonu yüksek sosyal çevrelerde moda olmuştur. 18. ve 19. yy’larda doğal bilimlerin gelişimi ile ve bilimsel metot ve bilgilerin tıp alanına girmesiyle kayıp dişlerin çenelere yabancı materyaller yerleştirilerek yerine konması konusunda sayısız girişim gerçekleştirilmiştir. 19. yy sonlarında pekçok yazar yapay olarak oluşturulmuş alveol içine diş köklerine benzer şekilde alloplastik materyallerin (lastik, altın, porselen, fildişi vs.) implantasyonunu önermişlerdir. Daha sonra büyük başarısızlık oranlarından ve tüberküloz, sifilis gibi hastalıkların bulaşma riskinden dolayı diş transplantasyonları tenkit edilmeye başlanmıştır.
İmplantasyon için çok çeşitli materyaller kullanılmıştır. 1565’ de Petronius, altını; 1666’ da Fabricicus, altın ve fildişini; 1775’ de Pujol, pirinci implant materyali olarak kullanmıştır. 1800’lerin başında Maglio yeni çekim yapılmış soketlere altından hazırlanmış diş kökleri yerleştirmiştir. 1827’ de Rodgers, gümüşü ve 1829’ da Levert, platini kullanmıştır. Malzeme ve tekniğin gelişmesiyle 1860’larda Lister, aseptikten; 1902’ de Lambotle, tantalden; 1912’de Sherman, paslanmaz çelikten ve 1936’da Venable, kobalt alaşımından implant üretmiştir. 1937’de polimetilmetakrilat, 1939’da Strock’un kullandığı vitallium (uzun dönemde başarılı olan ilk implant Cr-Co-Mo alaşımı), 1951’de Leventhal’in kullandığı titanyum, 1960’larda grafit, camsı ve prolitik karbon, 1962’de Smith’in kullandığı alüminyum oksit seramik, 1965’de osseointegrasyon kavramı ile ilk, Branemark’ın kullandığı saf titanyum implant materyali olarak kullanmışlardır. 1967 yılında ise vitalliumdan “endosteal blade” implantların kullanımı ile modern implant diş hekimliği başlamıştır. 1970’lerde ise trikalsiyumfosfat ve hidroksiapatit kullanılmıştır.
Genel olarak dental implantlar üç ana grupta incelenmektedir.
• Subperiostal
• Transosteal
• Endosteal
Subperiosteal ve transosteal implantlar öncelikle tam dişsiz hastalarda protezi ağızda tutmak ve taşımak için tasarlanmıştır. Endosteal implantlar ise, günümüzde artık rutin olarak kullanılabilen, adından da anlaşıldığı gibi cerrahi olarak alveolar ya da bazal kemiğin içine yerleştirilen, ister tek diş isterse birden fazla diş eksiği olan hastaların tedavisi için en yaygın olarak kullanılan dental implant şeklidir. Bunlar ayrıca “blade” formunda (plateform) ve kök formunda (silindirik) olmak üzere alt gruplara ayrılmaktadır. “Blade implantları” kesit olarak kama ya da dikdörtgen şeklindedir ve genellikle 2,5 mm genişliğinde, 8–15 mm derinliğinde ve 15–30 mm boyundadır. Kök formunda olanlar ise 3–5 mm çapında ve 7–20 mm uzunluğundadır. Bazen yüzeyinde eksternal vida dişlileri bulunmaktadır. Blade implantlar çok sayıda hastada önemli bir başarı oranı sağlayan ilk dental implantlardır. Blade implantlar konusundaki çalışmalarda genellikle tek aşamalı sistemler kullanılmıştır, fakat başarı oranları güncel kök formundaki implantların altındadır. Blade implantlarda çok sayıda problemle karşılaşılmasının nedeni preparasyon yapılan kemik bölgesinde oluşan yüksek sıcaklık ve bu tip implantların hemen yük altında bırakılmasıdır. Bu nedenle birçok blade implantta fibröz kapsül oluşumu farkedilmiştir.
Günümüzde diş eksikliklerinin tedavisinde kullanılan implantlar son teknoloji ile üretilip birçok testten geçmektedir. Doğru şekilde kullanıldığında başarı oranı %99 oranlarındadır.